13 Eylül 2013 Cuma

Virginia Angus

Araştırırken tamamen tesadüfen keşfedilen yer Virginia Angus. Biz Taksim'den fünikülerle Kabataş'a oradan da Eminönü'ne geldik. Sonra navigasyon yardımıyla biraz zor olsa da yeri bulduk ki, gördüğünüzde mekanın yerine şaşıracaksınız. Eminönü Tahtakale taraflarını bilirsiniz, aradığınız hemen hemen her şeyin bulunabileceği pek çok dükkan var, eski sokaklar, yıkık dökük hanlar, bunların arasından bir de karanlıkta geçip, eti ile meşhur bir yer arıyorsunuz. Hayal etmesi biraz güç olabilir ama pes etmeyin, bulun. Bizim şansımız varmış ki beklemeden yer bulup oturduk. Bizden sonra gelen insanlar bir süre yer beklemek zorunda kaldı. Buna bir çözüm arıyorlar mı bilmiyorum ama gelenlerin ısrarla bekleyip gitmediklerine şahitlik ettik. Biz sucuk ve hamburger yedik. Damak tatları çok iyi olan bir çift değiliz. Ama itiraf etmeliyim, bundan çok daha lezzetli sucuk yedim:) Tamamen bizim damak zevkimiz. Hamburger eti çok yumuşak ve lezzetli. Sucuk bol baharatlı olduğu için öncelikle hamburgerden başlamamız gerektiğini söylediler. Servis kalabalık olduğundan dolayı biraz yavaştı ama bu bizim için bir dezavantaj oluşturmadı. Islak mendilleri alışılmışın dışında ve güzel kokuyor:) Fiyatları da çok pahalı değil. Gidilip denenebilecek bir yer.


Web sitesine buradan ulaşabilirsiniz

10 Eylül 2013 Salı

Belgrad Ormanı

Bizim gibi yürümeyi seviyorsanız, şehirden uzak, temiz havasıyla insanı mest eden yerlerden biri Belgrad Ormanı...Yazın son günlerini yaşarken değerlendirebileceğiniz güzel bir aktivite olabilir. Biz cumartesi 4.leventten saat 11.00'de hareket eden 42M otobüsüyle yaklaşık 45 dk.da ineceğimiz durağa(son durak) ulaştık. İndikten sonra biraz bocaladık, siz bizim gibi yapıp ters istikamete yürümeyin:) Durakta indikten sonra sağdan devam edin. İlk karşınıza çıkan kocaman giriş kapısı ve gözünüzün görebildiği büyüklükte ki yeşil alan oluyor. Normalde giriş ücretli, yayalar için 3 TL. Biz şanslıydık galiba, para ödemeden girmemize izin verdiler. Ve başladık yürümeye... Yürüyüş parkuru tabelasını takip ederek 2,5 km boyunca yemyeşil bir yoldan yürüdük. Sadece biz varız bir de arada sırada yanımızdan gelip geçen arabalar. (Bu arada yanınıza mutlaka su ve yedek kıyafet alın)2,5 km sonunda biraz dinlenip 6 km'lik parkura başladık. Bu arada çok güzel yollardan geçtik, öyle ki yorulduğunun bile farkında varamıyorsun:) Metropol şehir insanları için bunları yaşamak ne acı ki bir ayrıcalık olarak görülüyor. Birkaç kez fotoğraf ve su için küçük molalar verdik. Yaklaşık 1 saat sonra bitişe ulaşmayı başardık:) Bir daha ki gelişimiz çok çekişmeli bir yarışla başlayacak:) Kaybeden sosyal medyada biraz alay konusu olacak ama yapacak birşey yok:) Bu arada biz, bisiklet parkurunu görmedik ama arabanız varsa bisikletlerinizi buraya getirebilir ya da direkt bisikletle gelebilirsiniz ki bu çok daha iyi. Yürüyüş sonunda yorgun düşen bedenimizi biraz dinlendirdikten sonra dönüş için yola çıktık fakat geldiğimiz 2,5 km'lik yolu değil, araçların dönüş için kullandıkları yolu seçtik. Burası 3 km. Ama kötü yanı orman sonrası otobüs durağına ulaşmak için yaklaşık bir 15 dk. kadar yol kenarından yürümek zorunda kalıyorsunuz. Bu da çok sağlıklı değil. Geldiğiniz yolu tercih ederseniz otobüs duraklarına ulaşmanız o kadar kolay olur...

Büyükada

İstanbul’u İstanbul yapanlardan biridir Ada turu. Biz de tatili fırsat bilip bir günümüzü burada geçirmeye karar verdik ve Kadıköy’den vapurla adalar yolculuğumuz başlattık. Oturacak yer olmadığı için kapı eşikleri bizi alternatif oturma yerleri sundu. Yolculuğumuz sonlarına doğru sevimli bir teyzeyle sohbet ettik. Eğer denize gidecekseniz Heybeliada güzeldir. ‘bizim denizimiz de kumsalımız da güzel buraya gelin’ diyerek davet etti bizi:)  Adaya gelir gelmez bisiklet kiraladık, günlük 5 lira veriyorsunuz ki gayet uygun bir fiyat.. İstikamet Aya Yorgi. Biz Aya Yorgi’ye akşam geç saatte koyduğumuz hedefi yerine getirmek için bir kez çıkmıştık, herkes dönerken bir tek biz karanlıkta yukarı çıkıyorduk. Birkaç fotoğraf çekip hafiften manzarayı görmeye çalışıp geri dönmüştük. Ama kesinlikle gündüz görmelisniz. Biz bisikletleri aşağıda kilitleyip yürüyerek çıktık. Biz birkaç yerde küçük molalar vererek tepeye ulaştık ki…manzara görülmeye değer ve büyüleyici güzellikte. Saatlerce oturup izleyebilirsin. Hayal kurabilirsin, soyutlayabilirsin kendini bir süreliğine bu hayattan, koşturmacadan…

Gelmişken kiliseye de girin bizce. Çok açık kıyafetlerle giyilmemesi için uyarı var, kapıdada eşofman ya da şal tarzı şeyler asılı. Onları giyip öyle girebiliyorsunuz. Bu arada iyice acıktık, gittiğimiz yer yanılmıyorsam Yücetepe diye bir yerdi. Manzara eşliğinde gidip yemeğimizi yedik ki fiyatlarda çok fazla değildi. Güzel havanın tadını çıkartıktan sonra dönüş için yola koyulduk. Büyükle küçük turu karıştırarak başladığımız noktaya geldik ve dönüş vapurumuzla beraber ada turumuzu sonlandırdık. Biz Temmuz'un 13'ünde oradaydık, yazın son zamanlarını burada değerlendirebilirsiniz belki:) Bu linkten Adalar saatlerini öğrenebilirsiniz.

                                             

13 Temmuz 2013 Cumartesi

Attım gitti

29.06.13

Uzun süredir yapmak istediklerimiz arasında at binmek vardı ve geçtiğimiz haftasonu bunu gerçekleştirmenin haklı gururunu yaşıyoruz. Gittiğimiz yer Atlıtur. GümüşdereSarıyer'de sevimli fakat bize göre biraz uzak bir mekan. Biz metro ile Hacıosman'a geldik. Oradan da 152 Sarıyer-Kısırkaya otobüslerini kullandık. Otobüse bindikten yaklaşık 35 dakika içinde Gümüşdere köyü durağında oluyorsunuz. Köy içinde kime sorsanız Atlıtur'u gösteriyor. Zaten tabelalar da size yardımcı oluyor. Fırsat sitesinden 4 kişilik kahvaltı + 10 dakika padok içinde at binmeyi kapsayan kupona 57 lira ödedik. Kahvaltı idare ederdi. Mümkünse kahvaltınızı evinizde yapın sadece at binmek için gelin.  Padok içinde 10 dk. tur attık. Ben bu konuda çok iyi olmadığımı anladım ama en kısa zamanda bir kez daha binmek istiyorum. Eminim 2.sinde çok daha iyi olacak:) Çok keyifli sadece benim için biraz zorlayıcıydı. Benim gibi yapmayın, korkmayın ve atınızı da korkutmayın:) Onu mutlaka sevin, ona güvendiğinizi hissetsin. Kısacası eğer yapmadıysanız mutlaka yapın. Öğle gibi oradan çıkıp günün geri kalanını Yeşilköy'e gidip uçakları izlemeye ayırdık. Taksim'e gelip Tarlabaşına indik otobüse biinmek için ama çok bekleyince dılmuşlarla gitmeye karar verdik. Pahalı ama hızlı, 12 TL verdik 2 kişi. Flyinn'de inip Cafe Crown'da izlemeye çalıştık. Yolda gelirken araştırdık en iyi izlenecek yer olarak orasını bulmuştuk ama bizce çok iyi değildi. Havaalanında girebilir miyiz diye biraz yürüdük ama ters olduğunu anlayınca sahile inmeye karar verdik. Burda çok daha iyi fotoğraflar yakaladık:) Uçakları da izlemeyi seviyorsanız bizim gibi güzel bir haftasonu aktivitesi olabilir.

1 Mayıs 2013 Çarşamba

Bir fincan kahve 40 yıl hatır

Bizim 'İstanbul'un Arka Sokak Lezzetleri' isimli bir kitabımız var. İstanbuleats.com kurucularının çıkardığı, kıyıda köşede kalmış leziz yemeklerini konu alan kitap, İstanbul'u aynı zamanda bölgelere deayırıyor. Aşağı Beyoğlu, Yukarı Beyoğlu, Tarihi Yarımada gibi... Bu da çok daha rahat gezip, istediğiniz mekanları bulabilmenizi sağlıyor. Biz zaman zaman rastgele bir yer seçip bu mekanları yerinde test ediyoruz:) En son gittiğimiz yer Mandabatmaz. Burası sadece Türk kahvesi yapan küçücük bir yer.Dışarıda 3 küçük masa ve tabureler var. Eğer hava güzelse herkesin tercihi buralar oluyor. Biz gittiğimizde her yer doluydu. Biz de,  mekanın karşısındaki bir apartmanın merdivenlerinde oturup 'daha önce içtiklerimiz neydi' dedirtecek kadar güzel Türk kahvlerimizi ağır ağır yudumladık. Ve gerçekten Türk kahvesi içtik:) 1967'den bu yana hizmet veren Mandabatmaz İstiklal Caddesi Olivo geçidinde yer alıyor. İstiklal'den Tünel'e doğru giderken Mısır Apartmanı'nın tam karşı sokağı burası. Gerçek Türk kahvesi içmek isterseniz, ya da gelen misafirlerinizle hem biraz soluklanıp hem de Türk kahvemizi onlara tanıtmak isterseniz bence burası doğru bir yer. Yalnız fiyatını hatırlamıyorum:) Biz gideli bir hayli oldu. Demek ki yeniden gitmenin zamanı gelmiş:)












sadullah

28 Nisan 2013 Pazar

7 tepeli İstanbul

Filmlere, şarkılara, aşıklara, aşklara konu olan İstanbul'un 7 tepesinden biri Çamlıca. Üsküdar'a bağlı çık çık bitmeyen, çıkınca da manzarasıyla insanı adeta büyüleyen huzur yeri. Biz yürümeyi biraz fazla seven insanlar olarak Üküdar'dan yaklaşık 1 saatte Çamlıca'ya kadar yürüdük. Tamam o son yokuş ruhun teslimiyet yeri niteliğinde ama yapılmayacak şey değil, hem etrafı adım adım gezmek iyidir:) Ama siz biz yürümesek daha iyi derseniz o zaman Kadıköy'den 14F otobüsüne binip Kural durağında iniyorsunuz, ya da Üsküdar'dan 15C'ye binip Kısıklı'da inmeniz gerekiyor. Sonrasında indiğiniz yerden cadde boyunca yolun yukarısnına doğru yürüyorsunuz, Kural durağına gelince de yukarı doğru tırmanmaya başlıyorsunuz. Ve işte en tepedesiniz, tüm İstanbul ayağınızın altında, oturun bir yere ve sadece izleyin bir süre ve düşünün evet yaşıyoruz ama ne kadar mutluyuz, mutlu olmak için bu hayattan neler yapıyoruz diye sorgulayın. Anın, yanınızdaki insanların karşınızdaki enfes manzaranın ve hayatın tadını çıkarın:) Bizim gibi çok terlediyseniz de üstünüzü değiştirin mutlaka, rüzgar terle temas etmese daha iyi:)Bu arada bu sıcakta gelinlikle insanların burada ne işi var diye düşünmeyin, adetmiş yeni evlenenlerin buraya çıkması, ilginç ama öyle:) Yanlış hatırlamıyorsam gözleme yapan yerler vardı, temiz havada karnınızı doyurup geri dönüş için enerji toplayabilirsiniz. Haftasonu bir kaç saatinizi değerlendirmeniz için iyi bir fırsat olabilir Çamlıca.

14 Nisan 2013 Pazar

Biri köfte mi dedi:)

Kim bilir kaç kez adını duyup kaç kez önünden geçip uğramadan gittik meşhur Beşiktaş Köftecisi'nin. Benim bu lezzetle tanışmam, Bahçeşehir Üniversitesi'ndeki eğitimimle başladı. Öğle yemeğini nerde yiyelim diye düşünürken, tavsiye üzerine geldiğimiz bu küçük ama lezzetli köfteci sonralarda uğrak yerlerimizden biri olup, damaklarımızı şenlendirmeye başladı:) Köftenin yanında gelen acılı sos, havuç salatası, taze ekmek, salata ve ayran benim değişmezlerim. Biz genelde içeride yemeği tercih ediyoruz ama artık havalar güzelleşmeye başladıgı için, dışarıdaki masalarda da hem köftenizi yer hem de Beşiktaş'ı gezmeye gelen insanları izleyebilirsiniz. Köfteci 1963 yılı'nda açılmış ve günümüze kadar gelmeyi başarmış. Köfteler İnegöl usulü yapılıyor. Servisleri gayet hızlı. Bekleme stresi yaşamıyorsunuz. Yer olarak (yol tarifinde ve yön bulmada pek iyi olmasam da) Balık Pazarı'nı geçtikten sonra sola döndüğünüzde pek uzun olmayan bir sokakla karşılaşıyorsunuz. Köfteci'de tam sol tarafınızda kalıyor, görmemeniz pek mümkün değil:) 1 porsiyon köfte için 10 TL ödüyorsunuz. Bana göre lezzetli ve çok pahalı değil. Gidilesi yerler listesine girmeyi başaran yeni bir mekanım var artık:)

19 Mart 2013 Salı

Zürih'de 'bir' gün

Uzun zamandır planladığım ama bir türlü bunu hayata geçiremediğim Zürih planımı geçtiğimiz haftalarda başarıyla tamamlamış olmanın haklı gururunu yaşıyorum:) ilk işim THY'den gidiş dönüş 399 TL'ye Zürih biletimi almak oldu. Yanlış hatırlamıyorsam yaklaşık 1,5 ay öncesinden aldım. 15-20 gün kala da vize işlemleri için konsolosluğa başvurdum. Biz Bremen'e giderken Almanya Konsolosluğu'ndan randevu alabilmek için bankaya para yatırmıştık geçen mayıs ayında, ama İsviçre Konsolosluğu'nun bana söylediği artık böyle bir şey olmadığı. Randevu almak için mail atıyorsunuz onlarda size dönüş yaparak randevu gününüzü ve saatinizi söylüyorlar.
(detaylı bilgi için  bu linki kullanabilirsiniz.) Ben tüm evraklarımı tamamlayıp, saatimden yaklaşık 45 dakika önce konsoloslukta hazır bekledim. (Metrocity alışveriş merkezinin hemen yan tarafı konsolosluk, ulaşım metro ile de otobüsle de çok rahat.) yukarı çıkmadan önce görevliye isminizi yazdırıp, kimlikle, ziyaretçi kartınızı değiş tokuş ediyorsunuz. Ben daha yukarı çıkmadan heyecan yapıp elimdeki tüm evrakları yerlere saçtım:) Almanya konsolosluğu  baya soru sormuştu bize. Yine öyle mi olacak stresiyle yukarı çıkıp sıramı bekledim. Yaklaşık bir 15-20 dakika sonra beni aldılar ama korktuğum gibi olmadı hatta neredeyse hiçbir şey sormadılar. 150 TL'lik vize ücretini ve evrakları teslim ettikten sonra, pasaportumu almam için bana bi kart verdiler. Yaklaşık 3 gün sonra o kartla konsolosluktan pasaportunuzu alabiliyorsunuz. Kargo ile göndermiyorlar ne yazık ki, Sizin gidip almanız gerek... Sadece 2 gün için gitmeme rağmen 1 haftalık vizemin olması ise işte bu çok acı vericiydi:) Her ne kadar 2 gün için, hatta 1, yanıma çok fazla bir şey koymama gerek yok desemde yine de baya bir yüklenerek valizimi hazırladım. İşten biraz erken çıkarak metrobüs ve tramvayı kullanıp havaalanına ulaştım. Kontrollerden geçip keyifle bekleme aşamasına geldim ki işin en güzel yanı bence bu:) Kötü tarafı ise 45 dk.lık rötar. Meğer bu sadece bir başlangıçmış. Daha yeni havalanmıştık ki önce bir kadın bayıldı. Sonra da 2 adam kavga etmeye başladı. Olaylı ama kalıcı olmayan sorunlarla atlattığım bir yolculuğun sonunda Zürich Kloten Havaalanına ulaştım. Pasaport kontrolü sonrası kalabalığı takip edip, sizi havaalanının içine götürecek bir metroya biniyorsunuz. İsviçre'de olduğunuz metronun içindeki inek çanlarının seslerinden ve Heidi müziğinden apaçık belli oluyor:) Yaklaşık bir kaç dakikalık yolculuk sonrası beni bekleyen teyzeme ulaştım ve işte mutlu son:) Gece geldiğim için pek bir şey görmedim. Sabah uyandığımda annemin anlattığı bulutlu ve yağmurlu bir Zürih'e uyanacağımı düşünmüştüm ki yanılmışım. İlk işim pencereyi açıp havaya bakmak oldu, masmavi bir gökyüzü ve miş gibi bir güneş:) Karşımda ise rengarenk panjurlu evler:)  Zürih'de evler genelde ahşap ama çok iyi korunmuş ve bakımları düzgün yapılmış binalar. Gezmek için sadece tek bir günüm olduğu için Alp'lere çıkamadım, daha çok şehir turu yapıp, göl çevresinde dolaştım. Aslında Grossmünster'e çıkıp şehri tepeden izlemek bana yetti:) Bir de Sprüngli'de içtiğim o sıcak çikolata:) Dikkatimi çeken haftaiçi olmasına rağmen caddelerin fazla kalabalık olması, bizle kıyaslarsak fazla boş gerçi:) Ulaşım tramvaylarla çok rahat. Zürih'deki bir kaç banka binası tarihin izlerini fazlasıyla taşıyan bir mimariye sahip. Genel anlamda binalar geçmişi çok güzel yansıtıyor. Sanırım evlerin en güzel tarafı kiralanırken içinde tüm beyaz eşyalarınızın olması. Evet kiralar ona göre biraz yüksek oluyormuş ama söylediklerine göre çok uçuk rakamlar değilmiş bunlar. Evler güzel, çok kalabalık değil, yaya geçitlerinde yaya üstünlüğü var:) Bisikletle ulaşım rahatlığı Amsterdam kadar olmasa da yaygın, buraya kadar her şey güzel fakat pahalı, en azından bana göre pahalı bir şehir, alınabilecek tek şey çikolata, 1,39 ya da 1,50 İsviçre Frangına güzel çikolatalar var. (Yaklaşık 1.900 civarında şu sıralar.)Ben çikolata bir de dayanamayıp ayakkabı aldım:) Ve neredeyse tek günlük Zürih gezimi böylelikle sonlandırdım. Gezdiğim gün boyunca havanın güneşli ve ılık olması da benim şansım olsa gerek:) Buradan giderken üşürüm korkusuyla gidip montumun önleri açık ılık bir Zürih gününün tadını doya doya çıkardım:) Yine giderim, Alpleri ve diğer şehirleri görmek için ama şimdi aklım Roma, Venedik, Milano'da....Ama önce biraz para biriktirmeliyim sanırım:) Dönüş uçağımda yanımda yaşlı bir teyze ve eşi vardı. Şans işte bendeki:) Şarap içmek istedim ama izin vermediler:) Teyze ben 'tamam, vişne suyu içsem olur dimi' diyene kadar alkolün tüm kötülüklerini anlattı. Sonra beni fazla sevmiş olacaklar ki, önce hacı yağı sürmek istediler, sonra Karadeniz'deki meyve bahçelerine davet ettiler. Giderken de sıkı sıkı sarılıp vedalaştılar:) Ve ben de geldim böylelikle bir gezimin sonuna... Sıradaki?

17 Mart 2013 Pazar

'Burası Agora Meyhanesi'

İstanbul'da yaşayıp ertelediğimiz yerlerden biri de Fener- Balat. Bizim kısmen tamamlayabildiğimiz bu gezinin benim için en güzel tarafı, Balat'ta bulduğumuz merdivenler ve yorgunluğumuzu atıp karnımızı doyurduğumuz Köfteci Arnavut. Taksim'den Balat'a otobüsle ulaşım mevcut. Çevrede bulunan Kariye Müzesi görülmesi gereken yerlerden sadece biri. Rumca 'Khora' kelimesinden türeyip, 'şehir dışı' anlamına geliyor. Çok büyük değil fakat görülmesi gereken yerler arasında. Müze mozaik ve freskolar ile dikkat çekiyor. Girişte müzeyle ilgili kitapçık almayı unutmazsanız, çok daha bilinçli bir gezi gerçekleştirmiş olursunuz. Havanın soğuk ve yağmurlu oluşu bu turu tamamlamamıza pek izin vermedi ama Fener-Rum Patrikhanesini görmeyi ihmal etmedik. I. Dünya savaşı ile başlayıp Kurtuluş Savaşı ile biten süreçte kendisine duyulan güveni kaybeden patrikhane Atatürk tarafından yurt dışına çıkarılmış fakat gelen dış baskılar nedeni ile bundan vazgeçilmiş. Biz elimizde gezi notları ile patrikhane ararken, önünden geçip gittiğimizin farkına varmayıp geri geldik. Kapıda kim olduğuna dair bilgimizin olmadı bir adam bizi patrikhaneye yönlendirdi. Girişte büyük bir bahçe karşılıyor sizi. Patrikhane girişindeki 3 kapıdan sadece soldaki kullanıma açık.Ortadaki kapı, Mora isyanı sonucunda, isyana neden olduğu için bu kapıya asılarak idam edilen patrik Grigorios hatırasına 1821'den bu yana kapalı tutuluyormuş. İçeri girdiğimizde yoğun bir tütsü kokusu ile karşılaştık biz. Çok iyi korunmuş ve gösterişli bir patrikhane burası. Ayrıca içeride fotoğraf çekmenize de izin veriliyor. Bahçede patrikhane ile ilgili bilgi edinebileceğiniz bir ön yazı da var. Fener-Balat için programlı olursanız bir gün yeterli. Biz soğuk ve yağmurlu havanın azizliğine uğradık biraz. Tercihiniz en azından biraz daha ılık bir havadan yana olsun:) Bu arada şiirlere  ve şarkılara konu olan Agora Meyhanesini görmeyi ihmal etmeyin. Bizim bu turumuz henüz sonlanmadı ama gezip, gördüklerimiz şimdilik bunlar:)

12 Şubat 2013 Salı

Kız Kulesine Bir Bakış..


Bazen burnumuzun dibindeki güzellikleri görmeden geçip gideriz, kimi zaman da 'bir ara giderim' der ya hiç gitmeyiz ya da uzattıkça uzatırız. Benim kız kulesine şöyle bir uzaktan bakışımda tam da bu bir ara giderim gibi oldu. Karşısına geçip, ciğerleri deniz havası ile doldurmak, günün ya da hayatın koşturmacasını bir nebze  de olsa unutup anı yaşamaya çalışmak, belki biraz hayal kurmak... Ah bir de ertelemesek şu hayatı:) Neyse ki nihayetinde ben bunu gerçekleştirdim. Geçtim karşısına ve bir süre sessiz kalıp sadece dinledim. Sonra da itarihini bir kez daha okudum  belki de Üsküdar'ı Üsküdar yapan bu Bizans döneminden kalma Kız Kulesinin. Tarih der ki... M.Ö. 24 yıllarına kadar uzanan bu kulenin temelleri ve alt katın önemli bir bölümü Fatih dönemi yapısıymış. Kule Yunan döneminden başlayarak Osmanlı'ya kadar birden fazla amaç için kullanılmış. Hatta bir zamanlar Boğaz'dan geçen gemilerden vergi alınması için bile kullanılmış. Neyse ki 2000'de restore edilerek şimdiki kullanımına ulaşıyor. Kule'ye ulaşım Salacak ve Ortaköy'den küçük tekneler ile yapılıyor. Baya baya küçükler:) Gitmediyseniz mutlaka gidip görün ama sanki uzaktan daha bir güzel görünüyor:) Görülecek, öğrenilecek ve yapılacak o kadar çok şey var ki şu hayatta...Yaptığımız en büyük hata belki de ertelemek bir şeyleri, ama farkına kolay varamadığımız belki de varmak istemediğimiz bir şey var ki o da, zaman. Fazla hızlı geçiyor, ertelemeyin hayatı, bir de yürüdüğünüz yolları geçmeyin hızlı adımlarla, bazen de kafanızı kaldırıp bakın etrafınıza, binalara, tarihe, her sabah önünden geçtiğiniz ama fark etmediğiniz her ne varsa:)