28 Aralık 2012 Cuma

21 Aralıkmış peh:)

Cuma akşamı iş çıkışı olurda canınız eve gitmek istemezse, 'acaba gidip şarap falan mı içsek bir yerlerde' diye fısıldaşan insanlar duyuyorsanız üstelik, benim gibi işe yeni başlamış bile olsanız 'ben de sizinle gelebilir miyim' deyip atlayın grubun içine:) Bizim ilk tercihimiz Galata'daki 'Sensus' oldu. Yani en azından oraya diyerek yola çıktık. Metro kullanacaksanız Şişhane burası için en uygunu, ama asıl sorun yol değilmiş ki bunu oraya gidince çok net anladık..Sorun 'Rezervasyon'. Kapıdan girince ufak bir kaç merdiven ve peynirle şarabın birbirine karışmış o etkileyici kokusu ile karşılaşıyorsunuz. Loş ışıklar ve hafif bir müzik...Bu arada keyifle şaraplarını yudumlayan insanların yüzlerine 'kalkacak mısınız acaba?' diye bakmayın benden söylemesi:) Bizim gibi bodoslama dalmayın, rezervasyon yaptırın:) Çıkışta alternatif bir yerimiz daha vardı ki o da Nakka, yine Galata'da, Sensus kadar kalabalık değil, rezervasyona da gerek yok, yemeklerini bilmiyorum ama şarapları ve peynir tabağı gayet güzel, fiyatlar da uygun, biraz daha sakin bir yer olsun derseniz Nakka olabilir tercihiniz ama benim aklım diğerinde:) Bu arada yol tarifi derseniz o bende ne yazık ki pek yok ama kime sorsanız söylerler oralarda:)

13 Ekim 2012 Cumartesi

1 günün anatomisi

Yoğurda geeeeelll:) Kesinlikle yediğim en lezzetli yoğurtlardan biriydi Kanlıca yoğurdu. Bir de İstanbul'da yaşayıp benim gibi daha bir kaç hafta önce gittiyseniz Kanlıca'ya ya da hala gitmediyseiz vurun kendinizi yola, ilk kez gidenleri bu yeni lezzetin ve yerin heyecanı  saracak daha önce gidenlerin de damakları bir kez daha bayram etmiş olacak ki bence değer...Eğer bizim gibi yürümeyi seviyorsanız Üsküdar'dan yola çıkıp Kanlıca'ya kadar yürüyebilirsiniz, yaklaşık 14 km'lik yolu 2,5 saatte aldık biz, bu arada yol sahil şeridi gibi yürümeye çok uygun değil ama bence adım adım her yeri görmek için toplu taşımadan çok daha keyifli, hem yürürseniz yol üstü lezzet duraklarından biri olan Çengelköy manavından 'hıyar' alabilir benim gibi şeftali düşkünüyseniz kollarınızdan akacak kadar sulu ve lezzetli şeftaliler bulabilrsiniz. Bu arada önünden geçip gittiğimiz belki ismini duyduğumuz ama görmek için fırsat yakalayamadığımız Küçüksu Kasrı'nı da gezmek için iyi bir şans..1856 yılında Sultan Abdülmecit tarafından yaptırılmış, padişahların dinlenme yerleri bu kasırlar ve elbette nerede dinleneceklerini gayet iyi biliyorlarmış:) adı gibi küçük ama gidip görülesi yerlerden biri. Peki gezdik, gördük ve çıktık Küçüksu Kasrı'ndan Kanlıca'ya doğru yol alırken ayakların artık ufaktan bir yere bizi oturtsanız da dinlensek dediklerini duyar gibi oluyoruz, yoğurt öncesi biz yakınlarda ki bir köftecide karnımızı doyurmayı tercih ettik, lezzetli mi? bilmiyorum çok açtım bence harikaydı:) ama bildiğim güzel bir köfteci var onu karşıya geçince yazarım artık:) ayaklar dinlendi karın doyduysa 3-5 adım daha atıp geçelim deniz kenarındaki masamıza ve gelsin yoğurtlar:) pudra şekersiz benim tercihim ve genelde en son kaşık için bir miktar kaymaklı olan kısmı sona saklıyorum:) son tat o olsun.. yoğurtlar yenilip biraz da keyif yapıldıysa geri dönüş için harekete geçilebilir. Ama yürümeyin:) Toplu taşıma bu defa gerekli. Dediğim gibi yürüyüş için çok keyifli bir yol olmasa da bence geçirebilinecek güzel bir gün aktivitesi. Bu arada yol üstünde Lacivert'i göreceksiniz, Anadolu Kavağında, biz bir türlü gidemedik ama olurda siz giderseniz vişneli profiterol yiyin bence, herhalde güzeldir:) hem vişne hem profiterol ne kadar kötü olabilir ki;)

7 Ekim 2012 Pazar

3 gün 5 şehir 2 ülke


Uzun zamandır yapmayı planladığın bir şeyleri bazen tek başına başaramayabilirsin. En azından çok basit gibi görünen ama benim yıllarımı alan pasaport çıkartma sürecim böyle oldu:)neyse iş pasaport çıkartmak ile bitmiyor ki her şey asıl ondan sonra başlıyor…mesela biyometrik fotoğraf çektirmek bu işin en keyifsiz yanı, daha doğrusu çektirdikten sonra o fotoğrafı görmek (ki sadece siz bakın) dehşet verici, kafanı küçücük bi pencereden çıkarmaya çalışırken biri bi anda deklanşöre basmış gibi..sonra birde harç parası var, biz yeniyıl öncesi aldığımız için harç parasını zamlı ödemek zorunda kalmamıştık gerçi çok bir fark olmuyor.. parmak izleri, emniyet evraklar herşey tamamlandıktan 2 gün sonra pasaportumuz şirkete geldi, bu arada kargonuzu PTT sayesinde takip de edebiliyorsunuz, yepyeni pırıl pırıl bir pasaport geliyor sonrasında:) e artık ufaktan bi yerlere gitmek isteği içini kemirmeye başlıyor. Biz biraz ters işlem yaparak önce bilet bakmaya başladık, THY'nin kampanyaları sayesinde 99 euro'ya gidiş- dönüş Bremen bileti bizi Almanya sınırlarına sokmaya yetecekti, hızlıca karar verip biletimizi aldık ama asıl sorun meğer vize işlemlerindeymiş, her kafadan bir ses çıkacak sakın dikkate almayın:) şirket evraklarını hazırlamak bize biraz zaman kaybettirdi ama sonunda herşeyi hazırlayıp tüm cesaretimizle Alman Konsolosluğu'nun yolunu tuttuk...heyecan ve endişe dolu bir an:)evraklarınızın kontrol edildiği 4 tane masa var, o adımı da sorunsuz geçince mülakat için beklemeye başladık, zaman geçtikçe heyecanda artıyor:) bütün evraklarınızı ve ruhunuzu görevliye teslim ettiğiniz işte o an:) 5n1k kuralı ile sorulan tüm sorunlara cevap veriliyor, evraklar yeniden kontrol ediyor ve birkaç dakika içinde işiniz bittiyor, şimdi vize alacak mıyız alacaksak ne kadar verecekler sorusu zihinleri kurcalamaya başlıyor, ilk schengen vizemizi tam bilet tarihlerimiz kadar yani 3 günlük verdiler:)) hiç yoktan iyi diyerek çocuklar gibi şenlendik:) şimdi sırada gidiş tarihimizi bekleme var ki en heyecanlı süreçte bu olsa gerek:) veee taataaaam elveda sevgili ülkem merhaba 3 günlük macera:) bu arada siz siz olun telefonunuzu yurtdışına açtırma işlemini tam anlamıyla öğrenmeden gitmeyin, ben son dakika bu işlemi yapmak için stres yaşadım, neyse halledemeden uçağımıza bindik, biraz küçük ve konforsuz ve güvensiz ve eski bir uçaktı bizimki:) yanınızda sizin uçak korkunuz ile ilgilenmek yerine kalkışın her dakikasının videoya almaya çalışan biri varsa eğer kötü şans tam yanıbaşınızda demek:) böyle durumlarda etrafınızdaki insanların 'derin nefes al, korkacak hiçbir şey yok' gibi bıdır bıdır konuşmalarını hiç dikkate almayın ki zaten emininim o anda umurunuzda bile değil söylenenler:) neyse benim panik hallerim arasında uçağımız havalandı aa bu arada bir öneri daha sakın uçakta domates suyu falan içmeyin, hatta bence normal zamanda da içmeyin, iğrenç bi şey kesinlikle:) neyse  yanlış hatırlamıyorsam yaklaşık 2 saatlik uçuşumuzun sonunda  Bremen'e ulaştık, biz mayıs ayı'nda gittik ve serin bi hava karşıladı bizi, kalın kıyafetler şart...küçük bi yer Bremen, herkes mızıkacıların başında fotoğraf çektirmek istiyor, çoğu zaman o pozu yalnız veremiyorsunuz, birinin kolu, kafası bacağı sizin kadraja misafir oluyor mutlaka. Bizim en büyük şansımız kalacak yer konusunda sıkıntı çekmemiş olmamız ama böyle bir şansınız yoksa hosteller fazlaca işinize yarayacaktır.Sonraki durağımız Berlin... Biz Berlin’den Hamburg’a geçtik trenle. Bu arada tren’de tuvalete girmek pek akıllıca bir iş değil, benden söylemesi:) ayrıca sabun yerine de toz çamaşır deterjanı var:)3 gün 5 şehir gezmek için yeterli mi bence değil, doya doya gezmek gerek, sıkıştırılmış tur bu bizimki:) herşeye rağmen işten, sorunlardan, ülkeden, siyasetten uzakta bir 3 gün geçirmek bana çok iyi geldi, havayollarının kampanyalarını takip edin. Birikmiş paranızın bir kısmını ve küçük valizini alıp gidip biraz kafa dinleyin. Benim hayalim Prag:) bir gün gideceğime inanıyorum:) bu arada her güzel şey bitiyor ve geri dönüş başlıyor. Hani giderken yanımda kamera elinde tüm yolculuğu çeken biri vardı ya heh işte o kişi dönüşte kendini uyumaya adadı. Ama ondan daha kötü olan bir şey vardı ki o da, bizim yol boyunca türbülanstan çıkamamamız ve yan taraftaki teyzenin benim korku dolu bakışlarıma aldırış etmeden "aman kızım korkma düşersek hepimiz zaten ölecez, sakin ol" demesiydi. Yaklaşık bir 5-10 dakika kadar kendimi uçağın tuvaletine kilitledim. hani uzaklaşırsam sakinleşirim falan diye. Yerime geldiğimde yanımda uyuyan ve beni de uyutmaya çalışan bir yol arkadaşı diğer tarafta ise "uyu uyu düşersek anlamazsın" diyen bi kadın vardı:) Yine de güzel hatıralar kaldı, gidilecek çok yer var umarım hepsi bir gün olur:)

11 Haziran 2012 Pazartesi

İstanbul'un altın değerindeki odaları

Gonca KOCABAŞ / hurriyetemlak.com

İstanbul'da defalarca önünden geçtiğiniz ve servet değerindeki otellerin
fiyatlarından dolayı genellikle ünlü kişileri ağırlayan bu odalardaki teknolojiyi ve dizaynı hiç merak ettiniz mi?


ÇIRAĞAN PALACE KEMPİNSKİ İSTANBUL OTEL SUİTLERİ
Konum itibariyle İstanbul'un en gözde otellerinden olan Çırağan Palace Kempinski ve görkemli süitleri; Çırağan Sarayı'nın bugün Beşiktaş ve Ortaköy arasında bulunan yeri 17. yüzyılda “Kazancı Bahçeleri” olarak biliniyordu. Burada düzenlenen meşale şenlikleri Farsçada ışık anlamına gelen “ Çırağan “ ismiyle anılmaya başlamış. Dönemin padişahları tarafından yıkılıp yeniden yapılandırılan saray son olarak 1946 yılında Saray'ın bodrum katında bulunan mevlevi dervişlerine ait mezarlar, bir istihkam yüzbaşısının altın aramak için yaptığı kazılarda tahrip edilmiş ve aynı yıl içerisinde Saray çıkarılan bir kanunla İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bırakılmıştı. 1987 yılında restorasyon çalışmalarının başladığı Çırağan Palace Kempinski, 1992 yılında bu yana saray hizmeti de vermeye devam ediyor.


ÇIRAGAN PALACE KEMPİNSKİ İSTANBUL SARAY SÜİTLERİ
Yenilenen Saray Süitleri Osmanlı motiflerinin izlerini taşıyan mobilyalar ve 19.yüzyıl aksesuarları ile Çırağan Sarayı'nın ihtişamlı atmosferini yeniden canlandırırken aynı zamanda konuklarına unutulmaz bir saray deneyimi sunuyor. Misafirlerine sundukları ücretsiz hizmetler arasında 24 saat özel Butler (kahya) hizmeti, günlük gazete, uyandırma servisi, 24 saat danışma ve ücretsiz temizlik hizmeti, karşılama içkisi, Saray Bölümü'nde ya da Laledan'da açık büfe kahvaltı, 5 çayı büfesi, akşam kokteyli, ufak hediyeler, isteğe bağlı film, CD ve lux araçlarla gidiş – dönüş havaalanı transferi bulunuyor.


PERA PALACE HOTEL
Her biri otelin farklı noktalarında bulunan ve birbirlerinden bağımsız dizayn edilmiş süit odalar, Fransız balkonlu tasarımıyla dikkat çekiyor. Otelle ilgili en ilginç detay ise ünlü misafirlerin kaldığı kral dairelerinin şu günlerde onların isimleriyle anılıp hayat bulması. En düşük fiyatlı oda Ernest Hemingway süiti. Kahvaltı ve KDV hariç 475 ila 950 Euro arasında değişirken en yüksek fiyatlı oda ise Presidential Süitte kahvaltı ve KDV hariç 2 bin 200 Euro ila 5 bin 500 Euro aralığında konaklayabiliyorsunuz.


http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=20172173&tarih=2012-03-21